Haber

Adıyaman’da kim mutlu?

ADIYAMAN – Mutsuz insanlar görmek istiyorsanız Adıyaman’a gidin. Adıyaman’da mutsuzluk enkaza dönenlerin omuzlarında. Dükkanın önüne attıkları sandalyeden sokağı izleyen esnafın, dondurmacıdan çıkan adamın, telaşsız adımlarla sokakta yürüyen kadının mutsuzluğunu gözlerinden okuyacaksınız. Ama şu anda bir gözdağı yok, bunun için biraz daha zamana ihtiyaç var. Çünkü umut, yenilenmemiş olsa da hala var. Umut insanın en eski alışkanlığıdır. İnsanlara “Ama acı alışılmamış / Değiştirmemiz gereken şeyler var / önce acıdan başlayacağız” dedirten umuttur.
Maraş’ta meydana gelen iki depremin ardından yaşanan yıkımın tesirlerini taşıyan Adıyamanlılar, mutsuzlukla umut arasında bir sarkaç gibi salınıyor. Hayat, Adıyamanlıları depreme boğdu, geçiriyor. Sınavın etkisi, sonuçları ve sonuçların analizi uzun zaman alacak ve bu süre zarfında nice gönüller kırılacak, nice hayaller yıkılacak, nice acılar eskilerin sırtına yüklenecek.

Çünkü depremin ardından seçimler geldi ve seçim sonuçları Adıyaman’ı hiç olmadığı kadar ikiye böldü.

Fotoğraflar: Ardıl Batmaz


ADAMIN YÜZÜNDEKİ GÜLÜŞ

Depremden sonra gittiğim Adıyaman’da sadece yıkım vardı. İnsanlar binalar gibi çöktü, yığıldı, enkaza döndü. Bir yerden bir yere koşan yardım gönüllüleri, şehirde bir yaşam belirtisine işaret ettiler.
Şimdi Adıyaman’da yapı molozları önemli ölçüde kaldırıldı. Binaların ortasındaki boşluklar, depremden önce burada onlarca kişinin yaşadığını gösteriyor. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı binaların da aynı halde olması, “Depremden önce burada yaşayanlar nerede, kim bilir?” dedirtiyor.
Meydanda bir insan ve araç hareketinden bahsetmek mümkün. Ancak Adıyaman’da birçok dükkan halen kapalı. Kapanan dükkanların çoğu muhtemelen eski sahipleri tarafından asla tekrar açılmayacak. Çünkü ya enkaz altında öldüler ya da muhtemelen bir daha geri dönemeyecekleri uzaklara gittiler.


Yemek yediğim restoran daha önce üç katlı bir yerdi. Restoranı işleten adam “Burayı eskiden görürdünüz” diye yakınıyor. Sarsıntıdan küçük bir kısmı kurtulmuş olup, burada lokantacılık işine devam etmektedir.
Eşini depremde kaybeden adam. İki çocuğuyla hayatta kaldı. Bir akrabasında kalıyor. Bunu yüzünde kocaman bir gülümsemeyle anlatıyor. Yüzündeki gülümsemeye ve kayıplarını anlatırken hissettiği rahatlığa baktığımda şaşırdım. Sonra birdenbire yüzüne yayıldığı varsayılan hüzne hayretle baktım. Bunun normal bir durum olmadığını, bu iki duyunun ortasındaki gelgitin ancak hayatta kalanlarda doğru dürüst gözlemlenebileceğini anlamam uzun sürmedi. Bu doğru, çünkü neredeyse “Karını ve çocuklarını kaybetmene neden gülüyorsun?” Adama bağıracaktım. Birinin acısına bakmanın, hissetmenin, hatta ortak olmanın kolay bir şey olmadığını bir kez daha anlayarak ve evet, endişeyle restorandan ayrıldım.

‘Bize lanet okudular’

Köşede duran adam kısa boylu ve iri yarıydı. Yüzünde ‘çalışma öncesi’ esnafın huzurlu ifadesi vardı.
Gerçekten huzurluydu. Depremde evi ağır hasar gördü ancak çekirdek aileden kimse zarar görmedi. Her gün 75 kilometre uzaklıktaki yeni evine gidip geliyordu ve bundan şikayet etmiyordu.
Tansu Çiller döneminde DYP’de çalıştı ve siyasi çizgisinden vazgeçmedi. AK Parti’nin Adıyaman’dan 4 milletvekili çıkarmasına ve Tayyip Erdoğan’ın oyların yaklaşık yüzde 70’ini almasına sevindi.
“Ama depremin olduğu ilk günlerde hükümete karşı bir öfke vardı” derdim. Suç anında yerel yöneticilere, valiye ve belediye başkanına atılıyor. Aksi halde hükümet “yüzyılın felaketi”ne karşı elinden geleni yapmıştı.
Adam “Bize lanet okudular” diyor. Seçimin ardından bazı sosyal medya kullanıcıları gerçekten de depremzedelere lanetler yağdırarak yardımlarını hatırlattı. Erdoğan, ikinci tip olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde oylarını artırmıştı. Yardım için minnettar olan kafirlerin bu oy artışına ne kadar katkısı olduğunu bilmiyorum.
Depremin yaralarını saramayan Adıyaman’da altın alınır mı diye sordum adama. Ben adamın yalancısıyım, kendinden çok emin bir şekilde “Evet” dedi. Ama cadde boyunca sıralanmış kuyumcularda müşteri gibi görünen çok az insan vardı. Onlar da mı altın alıyorlardı yoksa bazı ihtiyaçlarını karşılamak için altınlarını nakite mi çeviriyorlardı bilmiyorum.

AYAKKABI SATICININ ELİNDE ARADI

Genç ayakkabı satıcısı nasırlı ellerini gösterdi. “Günlerce yakınlarımı enkazdan çıkarmaya çalıştım. Avuçlarım böyle oldu” dedi.
Ayakkabı satıcısının elleri öyle nasırlı olmaz, ben bile tartışabilirim. Adam, sarsıntıdan hemen sonra, “Çünkü kimse yoktu, hükümet yoktu, akrabalarımızı enkazdan çıkardık. Biz onları çıkarana kadar hepsi ölmüştü” dedi.
“Ama seçimden sonra hükümetin oyları” derdim. “Çevremde kime sorsam ‘oy kullanmadım’ diyorlar ama sonuç belli. Bir şey oldu, deprem bölgesinde bir hile oldu ama ne oldu bilmiyorum. Adıyaman’da o kadar insan öldü, bu kadar insan göç etti. Gidenlere oy verdiler mi?” dedi. Devam edecekken susmayı tercih ederek “Abi çok söz var ama konuşmayacağım, başım belaya girmesin” dedi.
Genç adam, beyin sarsıntısında kaybettiği insanların acısını yaşıyordu. Aksine kuyumcu Adıyaman’daki seçim sonuçlarına huzursuz ve kızgındı.

GAVUR YUSUF İLE KONUŞTUM

O, içindeki iyiliği “kötü yaşlı adam” imajıyla gizleyen bir adamdı. Çay teklifini “kavga etmezsek sorun olmaz” şartıyla kabul ettim.
Neden ters baktığını ise “Depremden sonra aklım durdu” sözleriyle açıkladı.
Depremden sonra kızıyla birlikte yaşamak için İstanbul’a gitmiş ama orada ancak 20 gün kalabilmiş. İstanbul’da yaşama fikri, deprem sırasında enkaz altında olmak kadar ağırdı.
“Bana ne” diyerek seçeneklerden bahsetmek istemedi. Ama ‘Gidip oy kullandılar’ deyince sonuçtan memnun olmadığı sesinden belliydi.
Çayımızı içerken Süryani olduğunu söyledi. Adıyaman’da sadece birkaç aile kaldı. Babası o zamanlar çarşıda demirciydi. Artık bu işi yapacak tek yaşlı adam kalmıştır. Vakit geçirmek için dükkân açıyordu. Demircinin durumunu “Kırda at kaldı mı?”
Her şey elinden gelir. Bize gösterdiği tabure 45 yıllık ve sağlamdı. Biraz inceledikten sonra çok iyi anlamak istercesine “Bunu cilalarsan yepyeni olur” dedim. Kötü adam beni öylece şımartacak, “Bunca yıl yıprattım, şimdi niye yeni yapayım ki? Böylesi daha iyi” dedi. Onunla tartışmaya niyetim yoktu, bu yüzden onu bozmadan “Haklısın” dedim.
Radyoda klasik müzik vardı. “Ne güzel” dedim. Radyo kanalı bütün gün açık olmasına rağmen. Davul da çalıyordu. Yıllar önce büyük bir heyecanla satın aldığı ama tıngırdatmayı öğrenemediği cümbüşüyle ​​ne yapacağını bilmiyordu.
Sohbet sırasında Mahsuni’nin türkülerinden de mısralar söyledi. Seçim sonucuna itirazınızı bu satırlarla ifade etmeye çalıştığınızın farkındaydım.
Piknik yapmak için gittiği yerleri de anlattı. Ona “Bir dahaki gelişimde nevale ile geleceğim” sözünü verdim. Vedalaşırken arkamdan seslendi ve “Gavur Yusuf dersen herkes beni tanır” dedi.

İşte o zaman senin adını sormadığımı fark ettim.

‘Burada bir boşluk var’

Mehmet’le birkaç yıl önce tanıştım. Kendisine ilk olarak depremden sonra gittiğim Adıyaman’da ulaştım. Mehmet depremden sonra evinin hasar gördüğünü görünce şehir dışına çıkmak zorunda kaldı. O da gittiği yerde iş kurmuş ama doğup büyüdüğü şehir Adıyaman onu geri çağırmış. Neden geri döndüğünü “Öyle bir şey var ki kardeşim insan kolay kolay ayrılamaz, nereye giderse gitsin aklı doğduğu yerde kalır” diyerek neden geri döndüğünü anlattı.
Ama Mehmet bir süre sonra “Ben burada kalamam” dedi. Çünkü depremde kaybolanların şehirde bıraktığı büyük bir boşluk vardı. Kaybettiği insanların anıları tuhaf zamanlarda aklına gelirdi. Bunun acısıyla baş etmek kolay olmadı.
Ama Adıyaman’ı Mehmet için çekilmez kılan asıl konu Adıyaman’daki seçim sonuçlarıydı. Mehmet, “Adıyamanlı olduğumu söylemeye utanıyorum” dedi. Mehmet, depremden günler sonra devlet kurumlarının enkaza müdahale etmesine kızmış, tepkinin hükümete oy vermeyerek gösterilmesini beklemişti. Olmadı. Mehmet’e göre, enkazın başında hükümete isyan edenler, sandıklar kurulunca yine gidip hükümete oy verdiler. Bunun birçok nedeni vardı. Mehmet’e göre Erdoğan, muhalefetten çok Adıyaman depremzedelerine inandırıcı göründü. Adıyaman halkı yeni evleri Erdoğan’ın vereceğine inanmıştı. Öte yandan, mali yardımlar başka bir gelir kaynağına dönüşmüştü ve insanlar bunu kaybetmek istemiyordu. Mehmet, “İnsanları üretmekten alıkoydular, dilenmeye alıştırdılar. Bu ileride çok büyük sorunlara yol açar” dedi. Diyarbakır’ı hem sosyal hem de siyasi yönden öven Mehmet, artık içinde bulunduğu durum nedeniyle ‘Ben Adıyamanlıyım’ demekten utanıyordu.
Sohbetimiz sırasında Mehmet, deprem korkusuyla ışıkları açık bırakmaya ve uyumaya alışmış olmanın yükünü bize hissettirdi.

Gülümseyen Adamlar Enkaza Bakıyordu

Depremden sonra enkaz başında Adıyaman halkı hükümete ağıt yaktı, buna şahit oldum, yazdım. Ama seçim sonuçları, isyanın enkazla birlikte ortadan kalktığını gösteriyor. Bunun nedeni bence sosyolojik, manevi ve politik bir araştırmayı hak ediyor. Muhtemelen gelecekte bir gün bu seçim sonucunu bilimsel olarak analiz edecek çalışmalar ortaya çıkacaktır.
Ama o zamana kadar şunu bir kez daha vurgulamak isterim: Gündüzleri dolaşıp durduğum Adıyaman artık mutsuz bir şehir. Sokakta tanıştığım, konuştuğum, alışveriş yaptığım insanlar bende böyle bir izlenim bıraktı.
Kısacası deprem ve seçim sonuçlarının ardından Adıyaman’da bir mutsuzluk havası esiyor.
Meydandaki cami enkazı önünde bir adam çadırı bakkala çevirmişti. Kim bilir, muhtemelen adam fırınını kaybettiği için böyle derme çatma bir çadırda ter dökmek zorunda kaldı.
Hemen manavın arkasında, harap caminin yan tarafında binanın duvarında dev bir afiş vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve milletvekilinin gülen fotoğraflarına “Doğru zaman doğru adamdır” yazıldı. Mutlu görünüyorlardı, gülümsüyorlar ve enkaza bakıyorlardı. Yıkılan binadan kesilen beton, posterin neredeyse yarısını kapladı.
Sonuçta, belki de sırf bu görüntü yüzünden, Diyarbakır’a döndüğümde şu soru hep aklımdaydı: Adıyaman’da kim mutluydu?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu